"Biz; Ülkemizin bağımsızlığını ve halkın mevcut sömürü ve zorbalık düzeninden kurtulmasını savunduk... Faşizme ve Emperyalizme karşı mücadele edilmesini savunduk...
Bir avuç sömürücü azınlığın değil halkın kendi iktidarını ve halkın kendi demokrasisini savunduk... Biz; Her türlü sömürünün ve eşitsizliğin ortadan kaldırılacağı bir düzeni yani Sosyalizmi savunduk..."
Ahmet YÜKSEL
1961 - 27 Ekim 1980
1961 yılında Antalya'nın Gazipaşa İlçesi'ne bağlı Çamlıca Köyü'nde doğdu. Yoksul bir çiftçi ailesinin ilk çocuğu olan Ahmet, ilk ve orta öğrenimini Gazipaşa'da tamamladı. Lise yıllarında okuldaki devrimci örgütlenmede yer aldı. Okul bittikten sonra politik mücadelesini mahallelerde sürdürdü.12 Eylül sonrasında ise direnişi kırlarda sürdürme kararıyla bir grup arkadaşıyla birlikte Toroslar'a çekildi.27 Ekim 1980'de Görüş Köyü yakınlarında yaralı yakalandı ve öldürüldü.Bir arkadaşı anlatıyor:
"Cuntayı izleyen günlerde, Ahmet'in de içinde bulunduğu bir grup arkadaşla birlikte Kızıldağ eteklerinde ilişkimiz olan yayla köylerine çekildik. Kısa bir sürede cuntanın operasyonları nedeniyle bölgede barınamaz hale gelince aramızda yeni hir durum değerlendirmesi yapıp Güney'deki ilçelere dağılma kararı aldık.Ahmet ile ben Anamur'a gidecektik. 26 Ekim akşamı yola çıktık. Gece boyunca Kızıldağ'ın eteklerinden Güney'e doğru inerek şafak sökerken Görüş Köyü'nün batısındaki Yaylalar mevkiine ulaştık. Burada hava kararıncaya kadar beklemek üzere terkedilmiş kömür ocaklarının yakınlarında bir yerde mola verdik.Gazipağa'dan Toroslara doğru kıvrıla kıvrıla yükselen bir köy yolunun 50-60 metre kadar uzağında, araziye oldukça yakın bir tepeciğin yamacındaydık. Araziye uzanmış, bir yandan sohbet ediyor, bir yandan da 5-6 kilometrelik bir derinliğe kadar görüş ağımızda kalan yolu gözlüyorduk.
Sanırım öğle sularıydı, bir kamyonun yokuş yukarı çıktığını farkettik. Dürbünle kamyonu seçmeye çalışırken kasanın tıka basa yolcu dolu olduğunu farkettik. Kuşkulanılması gerekli bir durum diye düşündükse de, tümünün sivil giysili olması bizi rahatlattı. Yörede köyler arası yolcu taşımacılığı kamyonlarla yapıldığı için bunlar da evlerine giden köylüler olmalıydı.Kamyondakiler sivil giydirilmiş askerlermiş, bir ihbar üzerine bizi yakalamaya geliyorlarmış. Kamyon tam hizamıza gelip durunca yanıldığımızı anladık. Artık çok geçti. Askerler çoktan üzerimize kurşun yağdırmaya başlamıştı. Yamaçtan aşağıya düşe kalka kaçarken arada bir de dönüp seri atışlar yaparak peşimizden gelmelerini engellemeye çalışıyorduk.Aşağı yukarı yarım saat böyle geçtiyse de, onları atlatmayı başaramadık. Bütün mermilerimiz tükendiğinde, gözümüze ilişen bir kulübeciğe girip saklanmaya karar verdik. Ne var ki, kulübeye girdiğimiz görülmüş olmalı ki, az sonra kulübeyi taramaya başladılar. Çaremiz kalmamıştı, teslim olacaktık.Kulübeden "Teslim oluyoruz" diye bağırarak çıktığımızda, askerlerden biri "Komutanım işte Ahmet bu!" diye bağırmaya bağladı. Uzman çavuş Hurşit, öne doğru çıkarak bir şarjör dolusu mermiyi üzerimize boşaltınca, ben bacağımdan, Ahmet de kasığından yaralanmıştı. Hemen orada üzerimize çullandılar, döve döve kamyona sürüklediler. Dayak faslı kamyonda da devam etti.Gazipaşaya tekme tokat dipçik darbeleriyle saatlerce süren bir yolculuktan sonra varabildik. Belli ki kan kaybından ölmemizi istiyorlardı. Normalde bir saati bulmayan yolu dört saatte almıştık.Gazipaşaya vardığımızda ikimiz de baygın haldeydik. Gene de bizi hastaneye götürmediler, doğruca karakola alıp işkenceye devam ettiler. Neden sonra hastaneye kaldırıldığında Ahmet yaşamıyordu. Otopsi raporunda yazıldığı gibi, 'ölümcül bir yarası olmadığı halde, kan kaybından' ölmüştü.Ahmet militanlığının yanısıra neşeli, dost canlısı tavırlarıyla da kendisini çok sevdirmiş bir arkadaşımızdı. Şakacılığını hiçbir zaman elden bırakmaz, en zor anlarda bile çevresine neşe saçmaktan geri durmazdı. Onun yaşam dolu, cıvıl cıvıl kişiliğine ölümü yakıştırmak, benim için gerçekten zor oldu."