yeni adresimiz:www.yurtsevergenclik.net.tc
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
yeni adresimiz:www.yurtsevergenclik.net.tc

özgürlüğe her zamankinden daha yakınız
 
AnasayfaAnasayfa  PortalliPortalli  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 Güzel Bir Ezgiydi Serhat

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Merwan
üye
üye



Mesaj Sayısı : 4
Kayıt tarihi : 26/10/07

Güzel Bir Ezgiydi Serhat Empty
MesajKonu: Güzel Bir Ezgiydi Serhat   Güzel Bir Ezgiydi Serhat Icon_minitimePtsi Ekim 29, 2007 4:10 pm

Adı, soyadı: Süleyman ALPDOĞAN Kod adı: Hozan Serhat Doğum yeri ve tarihi: Ağrı-Eleşkirt, 1970 Mücadeleye katılım tarihi: 1992 Şehadet tarihi ve yeri: Temmuz 1999, Eraban dağı, Faraşin yaylası-Beytüşşebap..



Cudi yolculuğunun başladığı o zamanlarda, güzel açılmalarla bezenmiş bir ilişki içindeydik. Şimdi onu söylemek için iyidir. Yolculukta Serhat'ı yitirdik. Dağlara ve vadilere karıştı ve bir daha dünya gözüyle görünmedi. Daha onlarca, belki yüzlerce insanın yanıbaşımızda toprağa karışıp kaldığını ve bir daha topraktan, toprağın eğilimlerinden, dağlarından ve vadilerinden ayrılmadıklarını gördük. Hiçbiri için 'ölmek' deyimi yerinde değildi. Toprakla birleşme isteklerini her zaman taşıyorlardı, zaman içinde öyle geçtiler. Ve zaman içinde hep orada, geçtikleri o Kürdistan'da kaldılar.

Şimdi, yağmur içindeyken, yeni bin yılın bu son sağırmasında sizlere Serhat'ı söyleyeceğim. Ben de anlatan yağmurdur diyeceğim ve bunu böyle bileceksiniz.

Şimdi, bir zamanların Med ve Pers soylularının kaplan avına çıktıkları Zagros'un güneydoğu eteklerinde, sararan bir vadi içindeyiz. '98 kışında ve '99 başlangıncında da burada, fırtınanın güzel oluşması içindeydik. 15 Şubat fırtınasında da burada, karşımızdaki tepeler, üstümüzdeki Zagros dorukları kar savrulması içindeydi. Rüzgar esmesi ve onun öfkeli bağırması içindeydi. İşte o zaman Serhat da buradaydı. Bu yerin bütün kayalarında ve ağaçlarında birlikte türkü söylerdik ve bakardık. Sis ve bahar içinde uzakta dolaşırdık. O geniş ve serinlik dolu günler içinde, uzak tepelerde akşamı beklerdik.

Serhat, batıda Şekif dağı ufuklarının üstündeki Venüs'e bakardı ve sevinirdi. "Benim yıldızım işte orda" derdi. "Sadece senin değil, o herkesin yıldızıdır" deyişimi duymazlıktan gelir, ruhunun kapılarını o yıldız süresince kapatırdı. Venüs, akşamın uzağında kaybolduktan sonra, karanlık daha soğurdu ve eski yüzlerimizi giyinirdik; o eski şarkılar söylerdi: "Bilirim yok senden bana bir faide ey gül..." veya "siyah kanatları koskocaman açılan -ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan- geçince başlayacak bitmeyen hüzün bu gece..." diye söyler ve sürerdi. Sonra herhalde söz toprağa gelirdi; topraktan konuşmamı sever, isterdi: "Toprağın! Bazen keşfedilmemiş bir ülke oldu bana -ve bazen mezar-, dönüp bir çocukluğu öldüğüm sürekli..."

Şimdi onun son öyküsünü söylüyorum:

Bahar ayları çıktığı zaman, yürüyüşe geçtik. Bir menzilimiz yoktu, yürüyüş bizim verili sınırları ihlal ederek girdiğimiz bir ülke idi, bir yurt idi. Hep onda, yani yürüyüş ve Kürdistan içinde kalacaktık. Serhat ikircikliydi önceleri; belki söylemeye dilinin varmadığı bir sevgisi vardı. O acı günlerde, Ammar idam sehpasının altında beklerken, yaşamak korkunç bir acıydı; daha da dayanılmaz olanı, utanç veriyordu. Hiç kimsenin dönüp küçük ayrıntıları konuşmaya zamanı yoktu.

Şimdi söylediğim bu yerden Van ve Urmiye arasındaki dağlara, oradan Van topraklarına ve Hakkari'ye geçtik. Aylar sürdü yürüyüş. Vardığımız her yerde Serhat, gerilla topluluklarına şarkılar söylüyordu. Güzel bir ezgiydi Serhat; Onun sesindeki içtenlik dağlarda söylediği şarkılarda daha açıktı.

Temmuz ayı başlarında Faraşin yaylalarındaydık.

Faraşin, Başkale-Çatak-Beytüşşebap üçgeninin güney köşesindedir. Faraşin köyü ile Kato Jirkan arasında en yüksek dağ, Serhesin doruğudur. En yüksek noktasında demir bir sütun bulunan Serhesin ve çevresindeki bazı tepelerin dorukları, Mısır piramitlerine benzer. Doğudaki Faraşin yaylalarından çıkarak Serhesin'e vardığınız zaman, üç saat batıda daha yüksek ve sivri bir doruk karşılar sizi. Kato Jirkan'a varmak için önünden geçmeniz gereken bu dağın adı Nismo'dur ve doruğunun hemen dibinde yaban ördeklerinin yurt edindiği bir göl vardır. Bu da Nismo gölüdür. Gerillalar bu göle çok bağlanmıştır. Bu gölün başında yapılan bir toplantının resmini bulduk. Komutan Nismo gölünün kıyısında, sırtını Nismo doruğuna yaslamış, ders veriyor. Gerillalar, bu eşsiz göle karşı kutsal kelimeleri dinliyorlar.

Serhat'la biz 11 Temmuz günü akşamı, Faraşin'den Kato Jirkan'a geçiş yapacaktık. Yanımızda Kamereman Halil Dağ ile rehberimiz ve güvenlik sorumlumuz Sadık vardı. Serhesin dağı eteklerinde, Kžna Hirçê denilen küçük ve dar vadide, Serhat ile son yemeğimizi yedik: Salyangoz çorbası. Toplaması bendendi, Serhat ile birlikte temizledik ve pişirdik. Rehberimiz Sadık, "Şeytana benzeyen" bu küçük yaratıkları yemeyi, hatta bu yemeği yaptığımız kabı bir daha kullanmayı kesin bir dille red etti. Birkaç metre arkamızda, gerçek bir kuş köyü vardı. Korunaklı bir uçuruma, yan yana, alt alta, üst üste çöpten ve çamurdan yuvalar kurmuş, neşe ve hareket dolu iç içe, bir arada yaşayan ve yüzlerce kırlangıçtan oluşan bir kuş sosyetesine, ilk kez burada tanık olduk. Serhat'ın bu yabanıl ve güzel kanatlılar toplumunu oturup saatlerce seyrettiğini gördüm. Kuşlar, gerillaların kendilerini izlemelerinden hiç rahatsızlık duymuyorlardı.

Akşamın gölgeleri batı yamaçlarından vadilere indiği zaman, biz kırlangıç köyünden hareket ettik. Serhesin doruğuna vardığımızda, zaman akşam çökmüştü. Serhat, yürüyüşte hep yaptığı üzere, teybinden "Titanik" filminin müziğini dinliyordu:

"Every night in my dreams I see you, I feel you
That is how I know you go on.
Far across the distance and spaces between us
You have come to show you go on.
Near, far, wherever you are..."

Benim tedirginliğim burada başladı. Yüksek yamaçlarda henüz erimemiş kar benekleri ve bir kartal, daha ileriye gitmememiz gerektiğini söylüyordu. Halil ve Sadık, o gece Nismo gölü yakınlarında kalmamız ve yarın gün içinde, Nismo'yu görüntülememizi istiyorlardı. Ben ise, Nismo gölünü dönüş yolculuğuna bırakmayı, hemen bu gece beklemeksizin Kato Jirkan veya daha kuzeydeki Masiro yönüne geçmeyi istiyordum. Halil ile kavga edecek dereceye gelene kadar tartıştık. Beklemeksizin geçme önerisini Serhat'a götürdüm. Hiç beklemediğim halde, Serhat da kalmayı istiyordu. Çaresiz, o gece orada, Serhesin doruğunun iki saat kadar batısında bir yamaçta kaldık.

Tam o gece Türk ordu güçleri ve korucular operasyona çıkmışlardı. Bizim bundan haberimiz yoktu. 12 Temmuz sabahı erkenden, saat 00:4 sıralarında, Sadık arkadaş keşif için biraz yukarıya çıktı. Bu arada Serhat'ı da uyandırdık. "Çok ilginç dört düş gördüm" dedi, "Annem buraya gelmişti birinde, tam burada konuşuyorduk." Diğer düşlerinin neler olduğundan da sözetti, ama artık bunları hatırlamıyorum. Saat 4.20'de Sadık koşarak geri geldi ve askerlerin bize doğru, doruktan aşağıya kollar halinde yaklaştıklarını söyledi. Çantalarımıza ve silahlarımıza sarıldık. Bulunduğumuz vadiden aşağıya küçük bir su akıyordu, onu izledik. Ben önden koşuyordum, arkamda Halil vardı. İki dakika sonra dönüp baktığımızda, Serhat'ın olmadığını gördük. Sadık geri döndü, bekledik. Yeniden Serhat'ı gördüğümde, ağır adımlarla kayalık dere yatağından aşağıya inmeye çalışıyordu. Çantası sırtında, silahı kolunda, deri muhafaza içindeki sazı ise omzundaydı. Şaşırmış görünüyordu, hepsi o kadar.

Beş dakika kadar yokuş aşağı indikten sonra, sağımızdaki Mamêmus tepesinden inen yeni bir dere ile karşılaştık. Bulunduğumuz yer, Besta arazisinden geçen Masiro suyunun başlangıcı idi. Buraya varıncaya kadar, Sadık üç kez geri dönerek arkada kalan Serhat'ı bize yetiştirdi. Sağa, Mamêmus yamacına, suyun akış yönünün tersine döndük. Böylece, aynı zamanda üstümüze gelen asker kollarına karşı gidiyorduk. Çünkü onların istekleri, bizi aşağıya, tuttukları Masiro vadisine doğru sürmekti. Yirmi adım kadar sonra, yüklerimizin ağırlığını farkettik ve çantalarımızı, parkalarımızı otların içine alelacele sakladık. Yalnız Halil, mini-tv kamerasının bulunduğu çantasını bırakmadı. Saat 4.30 sıralarında, sabah alacasında bize doğru inen iki asker kolunu gördük. 4.35 sıralarında onlar bizi farkettiler ve bir anda mevzilenerek ateşe başladılar. Aramızdaki uzaklık, ilk anda 50 metre kadardı. Önümüzde Mamêmus yokuşuna vurmamız için geçmemiz gereken bir düzlük vardı. Yüzlerce asker her türlü silahla 50 metreden ateş ederken, bu düzlüğü geçmemiz gerekiyordu. Ancak ondan sonra mevzilenme olanağımız olabilirdi.

Güvenlik sorumlumuz Sadık konuştu: "Durmayın!" Aklıma gelen her şeye küfrederek Serhat'a son bir kez baktım. Yüzünde aynı şaşkınlık vardı. Öte yandan sanki çok sakin görünüyordu, bizim gibi telaşlı değildi. Düzlüğe vurduğumda, üzerinde mısır patlatan kızgın bir saç üzerinde koşuyor gibiydim. Kendimizi sakınacak bir konumumuz, siper alacak bir tek taş, bir çalı bile yoktu. Binlerce mermi, her yanımızı sıyırarak bahar otlarını biçerken, yapmam gereken, ama hep ertelediğim şeyleri düşündüm. Ardından Halil ve Sadık da düzlüğü geçtiler. Dönüp onlara baktım, sağlam görünüyorlardı. Ama Serhat yoktu. Orada kalmış, düzlüğü geçememişti. Hiçbirimizin bir anda yağmur gibi inen binlerce mermiden kurtulma gibi bir şansımızın olması o an düşünülemezdi. Bereket askerler ve korucular yeteneksizmiş ve bizim kadar soğukkanlı değillermiş.

Birbuçuk saatte, binlerce silahın ateşi altında, arkasına sığınacak tek bir mevzi olmadığı halde, Mamêmus tepesine batı yönünden çıktık. Tepeyi tutması gereken asker ve korucular hala nefes nefese, tepenin doğu yamacındaydılar. Yüz metre farkla o sabahki koşuyu biz kazanmıştık.

Bir ömür gibi geçen, birbuçuk saat süreyle, her türlü silahın ateşi altında Mamêmus tepesine tırmanırken, daha doğudaki Alan vadisi başlangıcında, korucu ve asker kolları arasında pimleri düzeltilmiş bombalar ve emniyeti açık silahlarımızla akşama kadar kımıltısız beklerken, Serhat'ın o su kıyısında, Nismo gölü yakınlarında, Nismo sevdası uğruna şehit olduğunu düşündük. Asker ve korucular, nereye gittiğimizi de gördükleri halde, hemen aralarında olduğumuz halde, akşama kadar üstümüze gelmediler. Onlar açısından akıllıca olan da buydu. Çünkü biz, son saldırımızın çok etkili olması için, birkaç adım yanımıza kadar sokulmalarını bekliyorduk.

Serhat o gün, 12 Temmuz 1999'da, saat 11.00 sıralarında sağ esir düşmüştü.

Daha sonra koruculardan alınan bilgilere göre, Serhat'ı askerler değil, Jirkan aşiretinden genç bir korucu sağ yakalamıştı. Askerler onu aldıktan sonra, kolundan vurmuşlardı. Daha sonra Hakkari'ye götürüldüğü, ikinci bir operasyonda yeniden dağa getirilerek, yakalandığı yerin onbeş saat kadar doğusunda, Faraşin yakınlarındaki Eraban dağı eteklerinde kurşuna dizmişlerdi. Cesedini aylar sonra gerillalar bulduklarında, elleri arkadan bağlıydı. Serhat, esir düşmeyi kabul etmişti belki, ama teslim olmamıştı. Öldürülme sebebi bu olmalıydı.

Onun son hikayesi budur. Yürüyüş ise devam ediyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Êvar
aktif üye
aktif üye
Êvar


Mesaj Sayısı : 63
Yaş : 35
Kayıt tarihi : 26/10/07

Güzel Bir Ezgiydi Serhat Empty
MesajKonu: Geri: Güzel Bir Ezgiydi Serhat   Güzel Bir Ezgiydi Serhat Icon_minitimeSalı Ekim 30, 2007 2:07 pm

hozan serhad çok güzel paylaşım olmuş heval
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.roj.forumup.com
 
Güzel Bir Ezgiydi Serhat
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
yeni adresimiz:www.yurtsevergenclik.net.tc :: Ölümsüz Devrimciler-
Buraya geçin: